On yılı aşkın bir süredir iktidar
olanlar, gündem değiştirmeyi (çarpıtmayı, saptırmayı da diyebiliriz) yolun
başında ilk sıraya almış olmalılar. Bu konuda gerçekten başarılı oluyorlar. Doğallıkla
dil kullanımını da gündeme göre belirleyerek toplumun gözü önündeki ünlülerin,
tanınmış gazetecilerin ve TV’lerde çok izlenen kişilerin ağzı ve kalemiyle
toplumu, “yoksulluk, yolsuzluk ve yasak”larla savaşacaklarına inandırdılar. Sık
sık “80 yıldır süren zulmün” biteceğini, özgürlüklerin geleceğini hem kendileri
söylediler hem de sözde özgürlükçü, demokrat aydınlara söylettiler.
İlk günlerde sıklıkla “hayırlara
vesile olmak” kalıbı kullanılıyordu. “80 yıldır süren zulüm”den neyi
amaçladıklarını, arka arkaya seçim kazandıkça birer birer açmaya başladılar.
Sözde aydınlar öyle gaza geldi ki iktidarı övmek için yarıştılar; yalnız cenaze
için bir araya gelebilenler ilginç korolar oluşturdu; bir ağızdan cumhuriyetin
temel ilkelerini kötüleyip karalamaya giriştiler. Bu arada “hayırlara vesile
olmak” kalıbını genişleten iktidar, çarşı pazar açılışlarında dinsel söylemi
yoğunlaştırdı; “besmele”ye yeni dinsel kalıplar eklendi. İktidar özgürlüklerin engeli
“başörtüsü”ymüş gibi kükrerken destekçileri, “başörtüsü” ile “türban”ı
eşitleyerek tartışmakta sakınca görmediler. Şimdi parmak kadar kız çocukları
bile görüntülerini tuhaflaştıran örtüler içinde.
Bir halkoylaması yapıldı;
savsözü, “Yetmez; ama evet!”ti. Yetmeyecek olan neydi/nelerdi; “evet” denilen
neydi/nelerdi; bunlar yerine iktidara övgüler düzen yazılar, TV izlenceleri
birbirini izledi. İktidar “80 yıllık zulmü” sürekli “türban” üstünden tartışmaya
açarken sözde aydınlar bayramlık ağızlarını açtı; örtünmüş kadınlar, oturdukları
sandalyeyi borçlu oldukları laik cumhuriyete kin kusmaya başladılar. Kadının
özgürlüğünü saç telinde görmeleri ve kullandıkları dil gerçekten şaşırtıcıydı.
İktidarın başı “türban” için, “Velev ki simge” dediğinde, “velev ki” sözünün
nereye uzanacağını kestiremeyen ya da o günkü çıkarına uygun bulanlar, fildişi
kulelerinin dışında olup biteni görmek istemediler. Tepki veren aydınlar,
askerler zindana atılırken; eğitim, yargı kurumları, üniversiteler, ordu ve
sokak etkisizleştirilirken sözde aydınların kimi birden uyandı. Dün “Yetmez;
ama…” derken hepsi mutluydu. Gücün ve çıkarın paylaşılmasından doğduğu ileri
sürülen kavgada yollar ayrılmış; siyaset dilinde “darbe=yolsuzluk” olmuş; dünkü
yoldaşlar “ama”nın arkasından gelecek baskıların kendilerine de uzanacağını
hesap edememişlerdi. Birden özgürlük çığlığı atmaya başladılar. Ancak kayıkçı
kavgalarıyla yılları tüketen koskoca ülke birçok değerinden, laik eğitimden,
çağdaş üniversite ve yargı kurumlarından uzaklaştı. Yalnız kadınları değil,
laik cumhuriyetimizi yasa görünümlü kapkara örtüler kuşattı.
“Yoksulluk, yolsuzluk ve
yasak”larla savaşacağını söyleyen bir iktidar; eleştirenlere bibergazını, copu
yeterli bulmuyor artık. “Yemek” sözcüğünün de başı olan “y”ler; yani kendi “3
y”si kendi ayağına dolandı. Gündemci başı kimse o, imdada yetişti; “İsteseler
de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca da öğrenilecek ve öğretilecek” çıkışı,
“yolsuzluk” tartışmalarının önüne geçti. Yeni abece ve dilin geçmişle bağları
kopardığını söyleyenlerden çoğunun, bırakın Osmanlı ile Osmanlıcayı, kendi
geçmişini bile tanımadığını gördük; el ağzıyla çorba içmeye alışık bu zavallılar,
düştükleri acınası durumu görmüyorlar.
Günbegün değişen gündemi, ülkenin
tanınmış gazetecileri, bilim ve sanat insanları zamanında doğru okuyamadılar. İktidarın
en yetkilisine “reis, patron” diyenlerin, siyasette ya da siyasete tutunarak
varsıllaşan sözde aydınların, okuma/anlama/görme/değerlendirme engelli
oldukları ortaya çıkmıştır artık. 21.yüzyılın Türkiyesinde cumhuriyetin temel
değerleriyle hesaplaşanlar, gündem değiştirerek bir zaman tahtları
koruyabilirler belki; ama saltanat sahiplerinin dedesinin bile öğrenemediği
Osmanlıca ile eski yazıya dönüş, gündemci başının “hayra yorulmayacak” ya da
“hayırlara vesile olmayacak” düşüdür. Olmayacak düş görenlere, “Günaydın!” desek
yakışır mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme