Gündemi saat başı değişen,
gündeme düşen olay, oluşum ve olguların çoğunun ülkenin temel niteliklerini
acımasızca kopardığı zaman diliminin içindeyiz. Olup bitenlerin ayrımında olan
da var, aldırmayan da… İktidarla yakın ilişkileri bozulmasın diye yaşananları
yüzeysel değerlendirmelerle topluma onaylatmaya çalışanların yanı sıra aslanlar
gibi savunanlar arasındaki tartışmalar kafa karışıklığını körüklüyor.
Türban dediğimiz örtüyü
başörtüsüyle eşleştirerek savunan özellikle kadın gazetecilerle bilimcilerin
geldiğimiz noktayı nasıl değerlendirdiklerini merak ediyoruz. Örneğin okulları
hızla imam hatipleştirilen, laik eğitimi bitiren 4+4+4’lük sözde eğitim yasasının
uygulanmasıyla ortaya çıkan sonuçları izleyebiliyorlar mı? Türbanı savunanların
bir bölümü bu örtünme biçiminin kamusal alana (özellikle okullara)
girmeyeceğini, bir bölümü de girse bile bunun kadınlar açısından özgürlük
olduğunu ileri sürüyorlardı. Annelerle öğretmenlerden öğrendiğim, yaşayanların
okulunu, kentini, semtini, çocukların cinsiyetini saklı tutacağım örnekleri,
laikliği savunanları “laikçi, ulusalcı, Kemalist, statükocu…” diye suçlayan hemcinslerime
sunuyorum.
2013-14 ders yılında, 4+4+4’lük
eğitim “ucubesi”nin ikinci yılı geride kalırken okullar ne durumda ve beş, beş
buçuk yaşındaki çocuklar nasıl eğitildi? Eğitildiler mi; hepsi şıkır şıkır
okuyor mu? Okulu sevdiler mi? Ana babalar niçin okullarının imam hatip olmaması
için eylem yapıyor; neden onları iktidar yandaşı kadınlar duymazdan geliyor? İlk
ve ortaöğretim çağdaş yöntemlerden hangi amaçla uzaklaştırıldı? İktidarın Fatih
Projesini savunanlar, bu tasarının verimlilik durumunu merak ediyor mu? Öğretmenler,
miniklerle neler yaşıyor? Soruları çoğaltabiliriz.
Ev hanımı olan anne, okula birkaç
kez çağrılmış; ilk günler çocuk çok ağladığı, bir iki kez de tuvaletini sınıfta
yaptığı için… Her çağrılışında çocuğunun temiz giysiyle gitmiş. Annenin
söylediğine göre bu duruma düşen yalnız kendi çocuğu değilmiş; öğretmen bir gün
sınıf bazen çiş kokuyor demiş. Beş buçuk yaşındaki bu çocuk, eve üzgün dönmüş. Nedenini
sormadan söylemiş; “Öğretmenim, annesinin başı örtülü olanları daha çok
seviyor!” Anne, ertesi gün okula gitmiş; ders yılı başında örtüsüz olan
öğretmenin sımsıkı örtündüğünü görünce ağzını açamamış. Aynı okula giden komşu
çocuklarının da aynı kaygılar içinde olduğunu öğrenmiş. Demek ki örnek tek
değil.
Bir başka örnek olay, tüyler
ürpertici… Çocuk ikinci sınıfta… Kovalayan varmış gibi koşa koşa gelmiş, fısıldayarak
sormuş, “Anne biz Müslümanız değil mi?” Annenin dili tutulmuş; “Elbette” demiş.
Ancak çocuk tepki vermiş: “Öyleyse neden namaz kılmıyorsun? Neden başın açık? Niçin
oruç tutmuyoruz? Niçin kurban kesmiyoruz?” Anne gereken yanıtları vermiş. Bu
soruları çocuğa kimin yönelttiğini araştırmaya başlamış. O zaman görmüş ki kendi
çocuğu yalnız değil. Öğretmeniyle konuşmak istemiş; türbansız öğretmen,
duymamışı oynamış. Arkasını dönüp gitmiş.
Bir başka örnek, 4+4+4’lük eğitim
“ucubesi” başlatılmadan önce ve sonrasında minicik çocuklara bedava dağıtılan ders
ve okuma kitapları… Ders kitaplarının dersle ilgisi uzak… Masallar masal,
öyküler öykü değil… Dinsellik ağır basıyor; minik kızlar örtünüyor; onların
değil erkeklerin okumasının önemi sözlü-yazılı aktarılıyor. Bir okul müdürü
kızlara, “İyi bir anne olmak, meslek sahibi olmaktan daha önemlidir” diye öğüt
veriyor; öğüdünü, “yarının gençlerini siz yetiştireceksiniz” diye açıklıyor. Çocuk
ve gençlerin dünyasından ulusal bayramlar, bayrak törenleri, andımız bir bir
çıkarılıyor. Kuran kursları okullarla yarışa giriyor.
Bir okul önünden geçmek bile laik
cumhuriyetin eğitim kurumlarının görüntüsünü yansıtıyor. 2014 yazında
komşumuzda yaşanan vahşetin kaynağı laikliğin, laik eğitimin önemini ve Mustafa
Kemal’in ne denli öngörülü bir önder olduğunu kanıtlıyor.