Bırakın yaş yaşamış, birçok
iktidar görmüş olanları, çocukları bile şaşırtan savlara, olaylara tanık
oluyoruz. Öne sürülen savların, göz önündeki kimi olayların, bunlarla ilgili
açıklamaların yenilir yutulur yanı yok. Birinin dümen suyundan gitmeyi kendine
yakıştıran, bununla övünen temsilcilerimiz, “kaz kazla, daz dazla, kel tavuk
kel horozla” bir görüntü içindeler. Çoğu ağzıyla kulağı arasındaki etik ve
bilinç köprüsünü kuramamış; çoğu, “Dur kendime yer edeyim, bak sana neler
edeyim” mantığıyla öfkeli ve sevgisiz… İşin ilginç yanı çoğu okulların
yükseğinde okumuş; tek diplomayla yetinmemiş. Çoğunun bir ayağı hâlâ öncüllerinin
“batıl” bildiği batıda... Aralarında akademik san taşıyan da var. Çoğunun
akademik sanı 12 Eylül YÖK’ünün ürünü… (YÖK’e ve son on yıldaki üniversite
kıyımına karşın bilimsel aklı koruyan bilimcilere sözümüz yok.)
Ne uzak ne yakın tarih
biliyorlar; ağızlarından sürekli geçmişe özlem fışkırıyor; çoğunun bedeni bu
yüzyılda, ruhu yüzyıllar öncesinde… Osmanlılık düşü kuruyor; Osmanlının yükseliş
döneminden sonrasını, yani üç dört yüzyılı es geçip son padişahları
kahramanlaştırıyorlar. Cumhuriyet tarihiyle kavgalı oluşlarının nedeni, belki
Kurtuluş Savaşı kaçkını olan öncülleriyle dedeleri olabilir. Belli ki çocukken
dinledikleri dinsel öykülere inanmış, gerçeği araştırma kültürü de
edinememişler. Coğrafya bilgileri taşınmaz edinme hırsı ve sayısı kabarık tapu
belgeleriyle sınırlı… Böyle olmasa dereler kurutulmaz, bitek topraklar bireysel
ya da ekip çıkarına yapılaştırılmazdı. Fen ve toplumbilim açısından da parlak
oldukları söylenemez; söz, iş ve eylemleri ortada… Sanatın hiçbir alanıyla
barışık değiller; sanatın ışığından noktacık pay alsalar… Yurtta barış, dünyada
barış ilkemizi; aklı özgür, vicdanı özgür ülkümüzü, yurttaşlık bilincini ve
egemenliğin kimde olduğunu kavrayabilirlerdi. Atatürk’ü anlayabilseler, inancı
seçim sandıklarına dolamak için avaz avaz bağırmazlardı.
Çoğunun dili zifir; söze başladı
mı, çokça yanılgılı, baştan sona yanlış olanı takır takır sayıyorlar. En
belirgin özellikleri noktasız virgülsüz konuşmak… Çünkü çoğu yalnız imam hatip
okullarında var olan “hitabet” dersinden geçmiş, bir bölüğü de öykünmeci... İçlerinde
vara yoğa tepki vermeyi, ağır sözlerle herkesi suçlamayı; senlibenli, hatta
argo sözcüklerle konuşmayı “hitabet sanatı” sananlar da var. Sanattan
anladıkları yalnız bu… Korkutma sanatında usta oldukları da bir gerçek…
Yıllardır politikacılarla
toplumun gözü önünde olanların kullandığı dille ilgileniyorum. Hem
politikacıların hem tanınmış kişilerin kullandığı dil, yazık ki eğitim
olanakları kuraklaşan toplumu etkiliyor. Özellikle iktidar sözcülerinin, son 11
yılda sık sık “Yanlış anlaşıldım!” dediğine tanık oluyoruz; ama halk yanlışa
inandırılıyor. Bu takımın bir özelliği de içlerinden birinin gelişigüzel
savuruverdiği sözlere ötekinin (ya da yandaşların) çeviri yapması… Saçmalayan
Türkçe konuşuyor; öteki de Türkçeden Türkçeye aktarıyor. Aralarında mantıklı
olmaya çalışanlar yok değil; onlar da böyle durumlarda “amacı aşan” tamlamasına
sarılıyor. Bu iletişim biçimi sıkça gülünçlüklere yol açıyor; bu kez ilk
konuşan, çeviri yapanı ya da “Amacı aştı” diyeni yalanlıyor.
Her insanın yaşamında sözün
bittiği yer vardır; ölüm… Ölüm varsa, arkada kalana zulüm olmamalıdır. “Benim
ölüm, senin ölün” diye düşüneni insan sözcüğünün yer aldığı kavramlarla tanımlayamayız.
Ölenin ardından “amacı aşan” saygısızlara yakıştırılacak söz çoktur. Saygısızlık
yapanlara şöyle bir bakarız; aslında çoğunun bakılacak yüzü de yoktur; yine de
bakar ve düşünürüz. Yüksek mi yüksek okullarda okumuş; büyük mü büyük orunlara
gelmiş; ama büyüyeceğine küçülmüş! Biri dünyayı gezmiş; yeme içme, giyinme,
eğlenme dışında çağdaş dünyadan toz bile kapamamış, aval aval dolaşmış. Öteki
ağır abi ayaklarında…
Bir değil, iki değiller; hepsi inançlı
görüntüsü vererek oynuyorlar; inancı koltuk ve çıkar için kullanıyorlar. Cepteki
diploma(lar), kendilerini ve masum halkı kandırdıkları süslü birer kâğıt… Yalan
perdesi… Ne onları eğitip insancıllaştırmış ne ülkeye yaramış! Kendilerinin
yarattığı ne özgün düşünceleri ne halka yarayan eylemleri var! Akılcı, bilimsel
olanı yadsıyarak, geçmişi karalayarak, 90 yıllık cumhuriyetin dik duruşunu
bozarak, yoksulu, çoluk çocuğu avutarak hep konuşuyor, kargayı bülbül diye
satıyorlar. Yolsuzluğu, yolu olmama durumu diye yutturuyor; hırsızlığı polis
kovalayarak örtbas etmeye bakıyorlar. Mızrak çuvala sığar mı; sığdırmaya
çalışana öyle bir batar ki!
Olumlu yan şu bugün; artık perde açıldı!
Ak kara saçıldı! Oyun bitti!
Bu
yazı Cumhuriyet’te yayımlandıktan sonra yerel seçimler yapıldı; perde gerçekten
kalktı; ortalık pis kokudan geçilmiyor.